Sessiz Tehlike: Sıcak Hava Dalgaları
Atina Chief Heat Officer'ı Dr. Eleni Myrivili ile daha serin, yeşil ve dirençli bir şehir yaratmanın yolları üzerine söyleştik
‘Şehirlerimizi sert ve kuru yerler olarak görmeyi bırakıp içinde insanlarla birlikte başka türlerin de dolaştığı, yeşil ve canlı alanlar olarak hayal etmeye başlamalıyız.’
Kısık Ateşte Üç Yüzyıl’dan hepinize merhaba!
Bu ilk sayımızda, şehirde maruz kaldığımız yüksek sıcaklıklara çözüm üretmeye kafa yoruyoruz.
İklim değişikliği nedeniyle dünya şimdiden Sanayi Devrimi öncesine kıyasla 1C daha sıcak.
Fakat biz Akdenizliler için durum daha da vahim: Ülkemiz, dünyanın geri kalanından daha fazla ısınıyor. Bugünkü konuğumuz Dr. Eleni Myrivili’nin paylaştığı bir kaynağa göre Türkiye şimdiden 2.3C ısındı bile.
Fakat içinizi ferah tutun çünkü iyi haberler de var!
Aşırı sıcaklar kader gibi görünse de, onları ne kadar hissedeceğimizi belirlemek, bir ölçüde bizim elimizde. Doğayı yanımıza alırsak, şehirlerimizi birkaç derece serinletmek mümkün.
Üstelik artık, bize yardımcı olmak için yaratılmış özel bir pozisyon da var: Chief Heat Officer (CHO), yani Sıcaklıklardan Sorumlu Genel Müdür.
Kısık Ateşte Üç Yüzyıl’ın ilk konuğu, hem Atina’nın hem de Avrupa’nın ilk CHO’su, üstelik yakın zamanda Küresel CHO da seçilen Dr. Eleni Myrivili.
Dünyada bu görevi yürüten yedi kadından biri olan Myrivili ile sıcak hava dalgalarında en kırılgan grupları korumanın yollarını ve şehirlerimizi, aşırı sıcaklara dirençli olacak şekilde yeniden tasarlamanın inceliklerini konuştuk.
Röportaja geçmeden önce kısa bir hatırlatma: Henüz yapmadıysanız, Kısık Ateşte Üç Yüzyıl’a abone olmanızı rica ederiz. Abonelik tamamen ücretsiz. Yalnızca röportajlarımızın iki haftada bir email kutunuza gelmesini sağlayacak:)
Çayınız-kahvenizi alıp koltuğunuza yerleştiyseniz, başlayalım!
Aşırı sıcaklar konusunda dünyanın önde gelen uzmanlarından biri olan Eleni Myrivili, aslında eğitim hayatına bambaşka bir alanda başlamış. Önce tiyatro ve sosyal çalışmalar okumuş, ardından ABD’deki Columbia Üniversitesi’nde Antropoloji doktorasını tamamlamış. Hala University of the Aegean’da akademisyenliğe devam ediyor.
Fakat her ne olduysa, New York’tan Atina’ya döndükten sonra Yeşiller Partisi’nden siyasete atılmış, şehirler üzerine çalışmaya başlamış ve nihayet Atina’nın aşırı sıcaklarla imtihanına çare üretmeyi aklına koymuş.
Myrivili ile söyleşimize, ona bu kararı aldıran şeyin ne olduğunu sorarak başladım.
‘Şehirler, atmosfere saldıkları sera gazları nedeniyle sorunun büyük bir parçasını oluşturuyorlar. Ama aynı zamanda en ilginç çözümler de burada yaratılıyor.’
Selin Uğurtaş: Özgeçmişinizi okuduğumda bu konuya bambaşka bir alandan geldiğinizi görmek beni şaşırttı. Merak ediyorum, New York’ta antropoloji doktorası yapan genç bir kadını, ülkesine dönüp politikaya girmeye ve Yeşiller Partisi’ne liderlik etmeye iten şey neydi?
Eleni Myrivili: 2007 yılıydı ve Yunanistan ormanlarının çok büyük bir kısmı alev alev yanıyordu. Ben de aynı dönemde küresel ısınmayı daha çok duymaya ve iklim değişikliği üzerine okumalar yapmaya başlamıştım. Bu yangınlar, benim için ani bir uyanış oldu.
Yaklaşık on gün boyunca durmaksızın televizyondaki yangın yayınlarını takip ettik. Bu çok can sıkıcıydı çünkü bu yayınlardan dişe dokunur hiçbir şey öğrenemiyorduk. Yangın kapımıza dayanırsa ne yapmalıydık? Veya önümüzdeki yaz aynı şeyi yaşamamak için nasıl önlem alabilirdik?
Bir hafta boyunca nefesini tutarak televizyon izleyen insanlara, güçsüz olmadıklarını, yapabilecekleri bir şeyler olduğunu düşündürecek hiçbir bilgi paylaşılmamaması, beni gerçekten öfkelendirdi. Siyasete girme isteğim de böyle doğdu.
Benim katıldığım dönemde Yeşiller Partisi çok küçüktü, ancak zamanla büyüdü. Parti’nin yönetimine geçtik, hatta ilk defa bir parti üyemizin Avrupa Parlamentosu’na seçilmesini sağladık. Fakat parti büyüdükçe, görüşleri benimkilerle örtüşmeyen bir yöne evrildi. Bu nedenle ayrıldım.
Tam da bu sıralarda, ‘If Mayors Ruled the World’ (‘Dünyayı Belediye Başkanları Yönetse’) isimli harika bir kitap okudum ve öğrendiklerim, şehirlere inanılmaz bir heyecan duymaya başlamama neden oldu.
Kabaca, iklim değişikliği söz konusu olduğunda en önemli birimlerin şehirler olduğundan söz ediyordu. Evet, şehirler, atmosfere saldıkları sera gazları nedeniyle sorunun büyük bir parçasını oluşturuyorlar. Ama aynı zamanda en ilginç çözümler de burada yaratılıyor.
Nihayetinde karar verip seçimlere girdim. 2014 yılında belediye başkanı seçilen adayın listesindeydim. Ardından Kentsel Doğa ve Kentsel Dirençlilikten Sorumlu Belediye Başkan Yardımcısı olarak görevlendirildim. Bu da bizi 2019 senesine getiriyor.
Bu noktaya geldiğimde, Atina için temel sorunun aşırı sıcaklar olduğu ayan beyan ortadaydı. Fakat bu konu henüz pek ciddiye alınmıyordu. Aşırı sıcaklar hakkında bir şeyler yapan çok az şehir vardı. Bunun üzerine şehirler ve aşırı sıcaklar üzerine yoğunlaşmaya karar verdim.
‘Sıcak hava dalgaları, en çok can kaybına sebep olan aşırı hava olayı. Sellerin, kasırga ve fırtınaların tamamından daha çok can alıyor.'
SU: Aşırı sıcaklarla ilgili bana ilginç gelen şeylerden biri, siyasetçilerden beklentimizin olmayışı. Bir yeri sel bastığında veya bir fırtına olduğunda, ‘altyapı yatırımları niçin yapılmamış?’ veya ‘neden hazırlıklı değildik?’ diye sorguluyoruz. Fakat bir sıcak hava dalgası söz konusu olduğunda, şehirleri iklim değişikliği kaynaklı sorunlara dirençli hale getirecek mavi-yeşil altyapı yatırımlarının varlığını sorgulamıyoruz. Bu tespite katılır mısınız?
EM: Kesinlikle. Bu aslında oldukça önemli bir konu, hatta sıcaklarla ilgili sorun tam olarak da bu.
Aşırı sıcaklar diğer afetlerden farklı, çünkü izini en çok insan bedeninde bırakıyor. Sellerde tanık olduğumuz yıkımın veya kasırgaların yarattığı tahribatın aksine, görünür değil. O, sessiz bir katil.
Aslında sıcak hava dalgaları, en çok can kaybına sebep olan aşırı hava olayı. Sellerin, kasırga ve fırtınaların tamamından daha çok can alıyor. Fakat yapıların değil insan bedenlerinin yıkımından sorumlu olduğu için, nelere sebep olduğunu ortaya çıkarmak aylar sürüyor - o da eğer mümkün olursa.
‘Geçirdiğimiz her yılın, gelecek on yılların en soğuk senesi olduğunun ayırdına yavaş yavaş varıyoruz.’
SU: Fakat bildiğim kadarıyla CHO olarak çalışmalarınız arasında bu verileri toplamak ve daha ulaşılabilir kılmak da var?
EM: Evet, CHO olarak bu meselede üç kademeli bir yaklaşım benimsedim.
İlk aşama, farkındalık yaratmak.
Türkiye ve Yunanistan gibi sıcak ülkelerde insanlar, yüksek sıcaklıklara alışkın ve konuyu ciddiye almıyorlar. Ama sıcakların değiştiğinin farkında değiller. Geçtiğimiz 20 yılda sıcak hava dalgalarının sıklığı, süresi ve şiddeti arttı.
Tablolara baktığınızda, son 100-200 yılda sıcaklıkların iniş çıkışlı olduğunu görebilirsiniz. Fakat son 25-30 yıla geldiğimizde grafik aniden keskin bir yükselişe geçiyor. Geçirdiğimiz her yılın, gelecek on yılların en soğuk senesi olduğunun ayırdına yavaş yavaş varıyoruz.
Bu nedenle Atina’da bu sene ilk defa sıcak hava dalgalarını kategorize ettik. Artık yalnızca fırtına ve kasırgalar için değil, sıcak hava dalgaları için de bir sınıflandırmamız var.
Yaptığımız kategorizasyon, hem meteorolojik verilere hem de sağlık verilerine dayanıyor. Geçtiğimiz 30 yılda Atina’da yaşanan sıcak yazları inceledik ve tanımlamaya çalıştık. Ardından, tespit ettiğimiz sıcaklık tiplerinin ölüm verileriyle ilişkisine baktık.
Nihayetinde, meteorolojik verilerle ölüm verilerini ilişkilendiren, Atina’ya özel bir algoritma geliştirdik. Bu sayede, en kırılgan grupları koruyabilmek için doğru önlemleri almak artık mümkün.
Nitekim ikinci aşama da hazırlıklı olmakla ilgili. Sıcak hava dalgaları sırasında en kırılgan grupları nasıl koruyabiliriz? Bu, sıcak hava dalgaları sırasında uygulanacak kısa vadeli politika ve önlemlerle ilgili bir adım.
Üçüncü aşamada ise şehrin yeniden tasarlanması var.
Şehirler, artan sıcaklıklar nedeniyle toplum için giderek daha sağlıksız, ölümcül ve yaşanmaz hale geliyor. Daha uzun vadeli olan bu üçüncü aşama şehre, kamusal alanlara ve binalara, onları yeniden tasarlama perspektifinden bakmayı gerektiriyor.
‘Sıcak hava dalgalarını kategorize etmek zor çünkü nerede, ne zaman ve ne şekilde yaşandığına göre büyük farklılık gösteriyorlar. Tam da bu nedenle, bu konuyu şehirlerin üstlenmesi oldukça mantıklı.’
SU: Bir podcast röportajınızda, yaz başında yaşanan yüksek sıcaklıkların, yaz sonunda yaşananlara kıyasla daha tehlikeli olduğundan bahsediyorsunuz.
Bu gibi nüanslar, insanlar tarafından bilinmiyor. Sıcak hava dalgalarını sağlık etkilerine göre kategorize etmenin bu anlamda da çok faydalı olduğunu düşünüyorum.
EM: Bu çok doğru. Bundan bahsetmen ilginç oldu çünkü bu kategorizasyonun algoritmasında yalnızca sıcaklık ve sağlık verileri değil, sıcak hava dalgasından önceki 30 günün hava sıcaklıkları da var.
Eğer serin havaların ardından aniden bir sıcak hava dalgası gelirse, bedenimiz hazırlıksız yakalanıyor.
Bir diğer sorun ise sıcak hava dalgalarının süresi. Eğer sıcaklıklar çok yüksekse - özellikle geceleri de sıcak geçiyorsa - vücudumuz rahatlama ve normal ısısına geri dönme fırsatı bulamıyor. Bu durumda, takip eden günün sıcaklığıyla baş etmekte daha da zorlanıyoruz.
İşte bu nedenle, uzun süren sıcak hava dalgaları çok önemli bir konu. Bedenlerimizin dinlenip toparlanamaması, ölümlerin artmasına neden oluyor.
Sıcak hava dalgalarını kategorize etmek zor çünkü nerede, ne zaman ve ne şekilde yaşandığına göre büyük farklılık gösteriyorlar. Tam da bu nedenle, bu konuyu şehirlerin üstlenmesi oldukça mantıklı.
‘Aşırı sıcaklara bağlı ölümlerin yüzde 83’ü, yalnız yaşayan yaşlılar arasında gerçekleşiyor ve çoğu zaman, yaşamlarını yitirdikten günler sonra bulunuyorlar.’
SU: Sıcak hava dalgası kategorizasyonunda Sevilla ve Atina pilot şehirler olarak seçilmiş. Peki benzer bir uygulamayı dünyanın diğer şehirlerinde ne zaman görebileceğiz?
EM: Buna her şehrin kendi karar vermesi gerekiyor. Bu konuda kapasite inşa etmek ve başka şehirlerin de yararlanabileceği bir noktaya getirmek istiyoruz.
Bu arada, bahsettiğin diğer örnek olan Sevilla, yalnızca sınıflandırma yapmakla kalmadı, bu yaz ilk defa sıcak hava dalgalarına isim de verdi. Sıcak hava dalgalarının bir isminin olması, insanların yaklaşımlarında büyük fark yaratıyor. Görünen o ki insanlar, adı sanı olan bir sıcak hava dalgasını daha fazla ciddiye alıyorlar.
Bu noktada, kırılgan gruplar için aldığımız diğer önlemlerden de bahsetmek istiyorum.
Kızılhaç’tan aldığımız verilerden gördük ki, aşırı sıcaklara bağlı ölümlerin yüzde 83’ü, yalnız yaşayan yaşlılar arasında gerçekleşiyor ve çoğu zaman yaşamlarını yitirdikten günler sonra bulunuyorlar. Bu insanlar genellikle enerji yoksulluğundan da muzdarip oluyorlar. Sıklıkla kısıtlı emekli maaşıyla geçinmeye çalışan, yalnız yaşayan emekliler.
Bir diğer kategori hamile veya emziren kadınlar ve küçük çocuklar. Küçük çocuklar da vücut ısılarını kolayca dengeleyemiyorlar.
Açık havada veya soğutulmayan kapalı alanlarda çalışanlar da risk altında.
Son olarak hali hazırda diyabet, kalp veya solunum rahatsızlığı bulunanlar da hassas gruplar arasında.
Bu gruplara ulaşmanın en iyi yollarını araştırdık ve her grubun koşullarına uygun önlemler belirledik.
Belediye’de, yalnız yaşayanlara yardımcılar sağladığımız, ‘Evde Yardım’ (‘Help at Home’) isimli bir programımız var. Kızılhaç’la çalışarak bu yardımcılar için eğitimler başlattık. Sıcak hava dalgaları sırasında yaşlılar için neler yapabileceklerini anlattık.
Bunların yanı sıra bir de ‘Extrema Global’ isimli telefon uygulamamız var. Bu uygulama, şehirde bulunduğunuz yere bağlı olarak ne kadar risk altında olduğunuzu söylüyor ve risk grubundaysanız gidebileceğiniz yerler öneriyor: Yakınlarda bir klimalı alan veya rahatlayabileceğiniz serin, yeşil bir park.
Bu uygulamanın en güzel tarafı şu, yalnızca kendi bilgilerinizi değil, ebeveynleriniz gibi, daha yaşlı birilerinin bilgilerini de girebiliyorsunuz. Sıcak havalarda örneğin alışverişe çıkarlarsa, durumlarını takip edebiliyorsunuz.
Bu sene sıcaklıklara ek olarak kirlilik de çalıştık çünkü kirlilikle birleşen sıcaklıklar daha tehlikeli. Hem inme hem de solunum ve kalp rahatsızlıkları riskini artırıyor.
Extrema Global’de aynı zamanda şehrin en sıcak noktalarını gösteren haritalar var. Ki bu bize planımızın üçüncü aşaması, yani şehrin yeniden planlanması konusunda yardımcı oluyor.
‘Yapabileceğimiz en iyi şey, koyu gölgeli ağaçlar dikmek ve sudan yararlanmak. Böylelikle çok daha güzel ve yaşanılası şehirler yaratabiliriz.’
SU: Şehirlerimizin, karşı karşıya olduğumuz aşırı sıcaklara uygun inşa edilmediğini sıklıkla dile getiriyorsunuz. Biraz kentsel ısı adası etkisinden ve buna karşı üretebileceğimiz çözümlerden söz edebilir misiniz?
EM: Şehirlerimizi çoğunlukla beton ve asfalttan, çelik ve camdan inşa ettik. Bunların tamamı, ısı tutan yüzeyler. Gün içinde ısıyı çekip yayıyorlar. Üstelik geceleri de, gündüz tuttukları ısıyı yaymaya devam ediyorlar. Dolayısıyla şehir merkezinde maruz kalınan sıcaklıklar, kırsalda veya şehir dışındakinden çok daha yüksek oluyor. Atina’da bu farkın 10C’ye kadar çıkabildiğini biliyoruz, ki bu muazzam bir fark.
Bunun sebebi, şehir merkezlerimizde ağaçların ve suyun olmayışı. Oysa bu ikisi bir araya geldiğinde, sıcaklıkları 6C’ye kadar düşürebilirler.
Şehirde yapabileceğimiz en iyi şey, koyu gölgeli ağaçlar dikmek ve sudan yararlanmak. Böylelikle çok daha güzel ve yaşanılası şehirler yaratabiliriz.
Son olarak şunu da söylemem gerek: Şehir merkezlerindeki tek sorunumuz yeterince yeşil olmaması veya çok fazla beton, asfalt gibi malzemeler kullanılması değil.
Şehirlerde ısı yaratan iki temel şey var. Biri, fosil yakıt yakan araçlar ve egzozlarından çıkan ısı, diğeri ise klimalar. Klimalar, kapalı alandaki sıcak havayı alıp dışarıya üflüyor ve kamusal alanı ısıtıyorlar. Yani çözüm, klimalarda değil.
Hepimiz klima taktırırsak, elimizde yapay şehirler kalacak. Yapay şehirler derken de şunu kastediyorum: Dışarıda zaman geçirilemeyen, insanların sokakların tadını çıkaramadığı şehirler.
Oysa bizim şehirlerimiz - hele İstanbul, bunun muhteşem bir örneği - esas güzelliği sokaklarında olan kentler. Öyle değil mi?
Dar sokaklar, minik dükkanlar, beklenmedik köşelerde sanat yapan çılgın insanlar, masalarını sokağa atmış bir kafe, meydanlarda buluşan, eğlenen, şarkı söyleyen insanlar. Bir şehri güzel, canlı, dinamik yapan tam da bunlar. Ve bunu kaybedemeyiz.
‘Yapılması gereken, şehirlerimizi araçlardan geri almak!’
SU: Siz anlatırken ben de İstanbul’u düşünmeye başlamıştım. Son yıllarda birçok İstanbullu, şehirdeki yeşil eksikliğinden yakınıyor. Örneğin şehrin kalbi olan Taksim Meydanı tamamen beton. Hemen yanındaki Gezi Parkı’nı korumak ise büyük bir mücadele gerektirdi. Bir de şöyle yeni bir modamız var, ağaçlar artık toprağa dikilmiyor, kocaman saksılarda getiriliyorlar. Bu kadar sıcak bir şehirde, ağaç dikmek gibi kolay bir şey neden yapılamıyor?
EM: Ama sorun zaten tam olarak da bu! İstanbul gibi, hatta Atina gibi, eski ve nüfusu yoğun şehirleri ağaçlandırmak, kolay bir iş değil. Genellikle ağaca en çok ihtiyaç duyulan mahallelerde, ağaç dikmek için yeterli alan yok.
Yapılması gereken, araçları, özellikle de park halindeki arabaları, denklemden çıkarmak ve şehirlerimizi araçlardan geri almak. Bunca arabadan vazgeçmeliyiz. Sokaklar yayalaştırılmalı ve ağaçlandırılmalı.
Bir de şu var, mimarlar tarafından hayal edilip tasarlanmış güzel meydanlarımız var. Fakat hiçkimse gün ortasında o meydanlardan birinde olmak istemez çünkü gölge yok, serinlik yok. Artık gölgesiz meydan olmamalı.
Ağaçlı, gölgeli, tabii yer yer güneşin de girebildiği meydanlar yaratmalıyız. Diğerleri birkaç sene içinde tamamen kullanılmaz olacak.
‘Bütün şehri daha serin hale getirecek dahiyane adım, yeşil alanlar arasında bağlantılar kurmak.’
SU: Bunlar harika bilgiler fakat hayata geçirmeye nereden başlamalı, hayal etmekte zorlanıyorum.
EM: Şehirlerin ilk yapması gereken şey, ısı haritaları çıkarmak ve en kırılgan bölgeleri tespit etmek. Bunlar çoğunlukla yoksul, yeterince yatırım almayan, altyapısı yetersiz ve konut kalitesi düşük mahalleler oluyor. Sonra bakmak gerekiyor: Yeşil alanlarım nerede? Ve yenilerini nerelere ekleyebilirim?
Fakat bütün şehri daha serin hale getirecek dahiyane adım, bu yeşil alanlar arasında bağlantılar kurmaya başlamak. Yeşil alanları birbirine bağlamalı ve şehrin su kaynaklarını yeryüzüne çıkarmalıyız.
Küçük bir park yapıp bize olabilecek en iyi ekosistem hizmetlerini sağlamasını bekleyemeyiz. Yeşil alanları birbirine bağladıkça, daha sağlıklı ekosistemler yaratacağız. Birlikte yaşayacak ve birbirlerinin sağlığını destekleyecekler.
Şehirlerimizi sert ve kuru yerler olarak görmeyi bırakıp içinde insanlarla birlikte başka türlerin de dolaştığı, yeşil ve canlı alanlar olarak hayal etmeye başlamalıyız. Bu, biz insanları da daha sağlıklı kılacaktır.
Kısık Ateşte Üç Yüzyıl’ı okuduğunuz için teşekkür ederiz!
Konuyla ilgili soru ve yorumlarınızı aşağıya bekliyoruz. Röportajla ilgili eleştiri ve değerlendirmelerinizi duymayı da çok isteriz.
İklim krizini önemsiyor, meselenin çözüm odaklı ele alınmasını çok gerekli buluyoruz. Bu röportajları yaparken de en büyük dileğimiz, olabildiğince çok insana ulaşmak ve bu konuda - minik de olsa - olumlu bir değişim yaratmak.
Bunu başarabilmemiz için bu röportajı eşiniz, dostunuz ve tanıdıklarınızla paylaşabilirseniz çok mutlu oluruz.
İki hafta sonra, Fosil Yakıtların Yayılmasını Önleme Anlaşması üzerine Kanadalı Aktivist Tzeporah Berman ile yaptığımız röportajda görüşmek dileğiyle.
Hoşçakalın!