Yeni Kitle İmha Silahları: Fosil Yakıtlar
Fosil yakıt üretimini sınırlandıracak uluslararası bir anlaşma için çalışan Kanadalı iklim aktivisti Tzeporah Berman ile fosil yakıtsız bir gelecek kurmak üzerine söyleştik
'Bugün bizler, sanayi toplumunu yeniden hayal ediyoruz. Tarihin bu kritik anında pasif bir izleyici olarak kalmayın. Çaresizliğin ilacı eylemdir.’
Kısık Ateşte Üç Yüzyıl’dan merhaba!
İkinci sayımızda, iklim değişikliğiyle mücadelenin belki de en önemli boyutu olan fosil yakıt üretiminin sınırlandırılmasından söz edeceğiz.
İklim krizine sebep olan sera gazı emisyonlarının üç ana sorumlusu var: petrol, doğalgaz ve kömür.
Bu kaynakları yer altından çıkarmaya devam ettiğimiz müddetçe, küresel ısınmayı 1.5C ile sınırlandırmamız mümkün olamayacak.
Buna rağmen, 30 yıldır devam eden iklim müzakerelerinde, fosil yakıt üretimine herhangi bir sınırlama getirilmedi.
Bu haftaki konuğumuz, Kanadalı iklim aktivisti Tzeporah Berman, bu gidişatı değiştirmeye kararlı.
Tzeporah Berman aktivizm serüvenine 1990ların başında, Kanada’nın ılıman yağmur ormanlarını korumak için başlatılan ve tarihin en büyük kitlesel çevre eylemlerinden birine dönüşen Clayoquot Sound protestolarına liderlik ederek başladı.
Kanada’nın yüzlerce yıllık ağaçlarının, kağıt endüstrisi tarafından kesilmesini engelleyen birçok projenin gizli kahramanlarından biriydi.
Ancak Berman, ormanların karşı karşıya olduğu en büyük tehlikenin iklim krizi olduğunu anladıktan sonra, kariyerini bu mücadeleye adadı.
İlk olarak Greenpeace International’ın Küresel İklim ve Enerji Programı’nın başına geçti, ardından daha büyük, daha riskli, kimilerine göre ‘delice’ bir işe kalkıştı:
2019 yılında, başarılı olduğu takdirde büyük etki yaratacak yüksek riskli projelere verilen iki milyon dolarlık Climate Breakthrough Project ödülünü kazanarak fosil yakıt üretimini sınırlandırmak için işe koyuldu.
Bu zorlu hedefe ulaşmak için, yakın tarihteki benzer bir başarı hikayesinden, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’ndan (NPT) ilham alarak Fosil Yakıtların Yayılmasını Önleme Anlaşması İnisiyatifi’ni kurdu.
Tzeporah Berman ile çevre ve iklim hareketindeki serüvenleri, kitlesel çevre eylemlerini başarıya ulaştırmanın yolları ve fosil yakıt üretimini sınırlandırma mücadelesi üzerine söyleştik.
Henüz yapmadıysanız, bundan sonraki söyleşilerin e-posta kutunuza gelmesi için Kısık Ateşte Üç Yüzyıl’a abone olabileceğinizi kısaca anımsatıp söyleşiye geçiyoruz!
‘Aynı nükleer silah depoladığımız dönem gibi, bugün de kitle imha silahları depoluyoruz. Asla kullanamayacağımızı bildiğimiz halde, ekonomik ve siyasi sermayemizi fosil yakıt biriktirmeye harcıyoruz. Oysa bu fosil yakıtları kullanırsak, gezegenimizi kelimenin tam anlamıyla ateşe vermiş olacağız. Bilim, bunu gösteriyor.’
Kısık Ateşte Üç Yüzyıl: Liseyi bitirdiğinizde hayalinizin sanat ve tasarım okumak olduğunu, hatta Toronto’da moda tasarımı bölümünde eğitim almaya başladığınızı okuduğumda çok şaşırdım.
Üniversiteye başladıktan sonra Avrupa’ya yaptığınız bir seyahat, tüm planlarınızı alt üst etmiş. Avrupa’da sizi derinden sarsan ve hayat planlarınızı değiştiren ne oldu?
Tzeporah Berman: O dönem Avrupa’yı, sanat tarihine olan tutkum nedeniyle ziyaret ettim. Akropolis’i görmek, seyahat etmek, müzeleri, heykelleri, tüm o tarihi görmek istiyordum. Fakat burada yaşadığım iki olay, hayatımı tamamen değiştirdi.
İlk önce kız kardeşimle birlikte Atina’ya gittik ve Akropolis’e doğru tırmanmaya başladık. Bu, renovasyondan önceydi ve Akropolis hava kirliliği, yani havadaki asitler nedeniyle adeta harap olmuştu.
Ne denli üzücü göründüğünü anımsıyorum, yıkık dökük ve kirli. Ardından bakışlarımı şehre çevirdim. Kentin üstü kalın, sarı bir kir tabakasıyla kaplıydı.
O akşam hostelimize döndüğümüzde parmağımla yüzüme dokunduğumu ve bunun, yanağımda beyaz bir iz bıraktığını hatırlıyorum. Öksürüp duruyordum.
Ben, Kanada gibi yüzölçümü geniş fakat nüfusu az bir ülkede doğmuş, şanslı biriyim. Bizim için ormanda olmak, göle veya okyanus kıyısına gitmek, çok alışılmış şeyler. Bu seyahate kadar bu derece kirli ve nüfusu yoğun bir yerde bulunmamıştım.
Elimizde, şu istediğiniz yere gidebileceğiniz tren biletlerinden vardı. Atina’daki kirlilik çok canımızı sıktığı için bir sonraki durağımızın doğa yürüyüşü yapabileceğimiz bir yer olmasını kararlaştırdık. Rastgele, Almanya’daki Harz Dağları’nda karar kıldık.
Oraya gidip yürüyüşe başladık, fakat gördüğümüz bütün ağaçlar ölüydü. Yaprak yok, hayvan yok, bitki yok. Tekinsiz ve ürkütücü bir yoldan ilerledik.
Patikalardan birinin sonuna geldiğimizde, Almanca bir levha gördük. Alman bir çift, metni bizim için tercüme etti: ‘Bu orman, asit yağmurları nedeniyle ölmüştür. Toplumun doğa üzerindeki etkilerinin bir delili olarak, olduğu gibi bırakılmıştır.’
Atina’dan bu ölü ormana gitmek, Kanadalı bir orman sevdalısı olarak bende bir iç hesaplaşmayı tetikledi. Dünyaya yeni gözlerle bakmaya başladım. ‘Dur bir dakika,’ dedim kendime. Avrupa’da bunlar oluyorsa, Kanada’da perde arkasında neler yaşanıyordu? Neleri bilmiyordum? Bu konularda araştırma yapmaya başladım.
Dünyaya bir kez bu gözlerle bakmaya başlarsan, duramıyorsun. Nereye dönsem bu konularda yazılmış yazılara rastlamaya başladım: ozon tabakasındaki delikten, Büyük Göller’deki (ABD ve Kanada’nın beş büyük gölü - Superior, Michigan, Huron, Erie ve Ontario) asitleşmeye ve Kanada ormanlarının tıraşlanmasına, tüm yaşananları öğrenmeye başladım.
Nihayetinde moda tasarımı okumaya devam edemeyeceğime karar verdim. Bu konuların çözümüne yönelik bir şeyler yapmalıydım. Toronto Üniversitesi’ne yatay geçiş yaptım ve Çevre Bilimleri okumaya başladım.
Bu, yaklaşık 30 sene önceydi.
‘Toplumsal değişim esasen statükoya karşı güç inşa etmekle alakalı. Sivil itaatsizlik bunda büyük rol oynayabilir, ancak tek rol onun değil.’
KA3YY: Bu dönemde çevre protestolarına da katılmaya başladınız. Hatta meşhur 1993 Clayoquot Sound eylemlerinin liderleri arasındaydınız. Bu süreç, barışçıl eylemlerin başarabileceklerine dair düşüncelerinizi nasıl şekillendirdi?
‘This Crazy Time’ adlı kitabınızda, o yazın başındaki hedefinizin, ormandaki eylemlere birkaç yüz kişiyi çekmek olduğunu yazıyorsunuz. Ancak yaz sonuna gelindiğinde, binlerce kişiyi ormana getirmeyi başarıyorsunuz. Tüm bunlara rağmen, ağaç kesimleri devam ediyor. Üstelik, ciddi bir yargılama süreciyle de karşı karşıya kalıyorsunuz.
Tüm bunların ışığında, sivil itaatsizliğin sınırlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
TB: Sanırım şunu fark ettim: Sivil itaatsizlik ve eylemler, amaca giden yolda bir araç, hedefin kendisi değil.
Eylemlerin gerekliliğine hala inanıyorum. Bunu toplumsal hareket teorisinde de görebilirsiniz. Tarih boyunca eylemler, toplumsal değişim getiren kırılma anlarının olmazsa olmazıdır. Kadınların oy hakkından sivil haklar hareketine ve birçok çevre sorununa kadar, bu, böyledir.
Fakat eylemler, toplumsal değişim yaratmak için gerekli unsurlardan yalnızca bir tanesidir.
Sivil itaatsizlikle, bir meselenin çözümü için bir kapı aralayabilirsiniz. Toplumsal normları değiştirmeye yarayabilir. Karar vericiler içinse, çözmeleri gereken bir sorun yaratır.
Fakat sivil itaatsizliğin, statüko karşısında güç inşa etmenize yarayacak uzun dönemli bir stratejiyle el ele gitmesi gerekiyor.
Örneğin bugün, yeni petrol sondajlarına veya petrol boru hattı inşaatlarına karşı yerlilerin önderlik ettiği eylemler görüyoruz. Birleşik Krallık’ta Just Stop Oil (Sadece Petrolü Durdurun) protestoları var, bilim insanları kendilerini objelere yapıştırıyorlar, yollar kapatılıyor, gençlik yürüyüşler düzenliyor, öğrenciler grev yapıyor - bence bunların tamamı gerekli.
Bana umut veriyorlar. Karar vericilerin sırtlarını dönüp gitmelerini, iklim değişikliğini ve ekolojik yıkımı görmezden gelmelerini engelliyorlar.
Fakat eylemler tek başına hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Aynı zamanda politika önerilerine, hükümetlerle ilişkiler kurmaya, finansal kampanyalara ihtiyacımız var.
Politikacıları şuna ikna etmemiz gerekiyor: ‘Zor kararlar almanız gerekiyor ama sizi destekleyeceğiz. Ve gerekenleri yapmadığınız takdirde, bunun da sonuçları olacak.’
Onları, güç inşa ettiğimiz ölçüde ikna edebiliriz.
Toplumsal değişim esasen statükoya karşı güç inşa etmekle alakalı. Sivil itaatsizlik bunda büyük rol oynayabilir, ancak tek rol onun değil.
‘Bugün atmosferimizde bulunan ve yangınlara, sellere, aşırı hava olaylarına sebep olan kirliliğin yüzde 86’sı, üç şeyden kaynaklanıyor: petrol, doğalgaz ve kömür. Ve bunların üçünün de yerine koyabileceğimiz şeyler var.’
KA3YY: Uzunca bir dönem ormanlar için çalıştıktan ve oldukça başarılı kampanyalar düzenledikten sonra, odağınızı iklime kaydırdınız. Bu, ormanlara dair sorunları, iklimi göz önünde bulundurmadan çözemeyeceğinizi hissetmenizden mi kaynaklandı?
TB: Benim iklim değişikliğinin ciddiyetini ve hem ormanların hem de bizlerin sağlığına olumsuz etkilerini kavrayışım, ormanların mahvoluşunu görmemle başladı.
Yetişkin yaşamımın tamamını, ormanları korumaya ve kağıt üretimini daha sürdürülebilir hale getirmeye adamıştım. Ardından, böcek istilalarının ve yangınların ormanları nasıl tahrip ettiğine dair makaleler okumaya ve haritalar görmeye başladım. Bu iki olay, endüstriyel ağaç kesiminden daha fazla ormanı yok ediyordu. Bunlara neyin sebep olduğuna baktım.
Bugün atmosferimizde bulunan ve yangınlara, sellere, aşırı hava olaylarına sebep olan kirliliğin %86’sı, üç şeyden kaynaklanıyor: petrol, doğalgaz ve kömür. Ve bunların üçünün de yerine koyabileceğimiz şeyler var. Fakat yine de, yakabileceğimizden %110 daha fazla fosil yakıt üretme yolunda ilerliyoruz.
2006-2007 yılları gibiydi, odağımı tamamen fosil yakıtlara kaydırmaya karar verdim.
Fosil yakıt sistemi, dünyadaki en karmaşık sistemlerden biri. Ulaşımdan ısınmaya, hayatımızın hemen her boyutuna enerji veren sistem, bu.
Aynı zamanda dünyanın en güçlü şirketlerinden bazıları bu sektörde. Kârları çok yüksek. Üstelik bu şirketler, karar alma mekanizmalarımız ve hükümetlerimiz üzerinde de kontrol sahibi. Dolayısıyla, ‘fosil yakıt sorununu çözeceğim,’ demek, az bir şey değil. 15 yıldır bu işle uğraşıyorum ve ancak yeni yeni gerçek anlamda bir etki sağlamayı başarabiliyorum.
‘Karar vericilerin değişim getirmeleri için, bu yönde motive edilmeleri gerek. Ve onları motive eden şeyler de belli: para, oy, güç ve itibar gibi şeyler.’
KA377: Şu anda üzerinde çalıştığınız anlaşmaya gelmeden önce, iklim çalışmaya başladığınız ilk işinizden söz etmek istiyorum.
Greenpeace International’da enerji ve iklim kampanyaları üzerine çalışmaya başlamanızdan kısa bir süre sonra, 2010 yılında, ABD’nin Meksika Körfezi açıklarında Deepwater Horizon felaketi yaşandı (BP’nin petrol sondaj kulesinde yaşanan patlama sonucu başlayan petrol sızıntısı üç ay devam etmiş ve patlamada 11 işçi hayatını kaybetmişti).
Bu büyük krize yanıt vermeniz gerekti.
Kitabınızda, bu süreçte Greenpeace’te yaşanan tartışmaları anlatıyorsunuz. Çalışma arkadaşlarınızla fikir uyuşmazlığı yaşadığınız bir dönem olmuş. Siz, kampanyanın BP’yi hedef almaması gerektiğini savunmuşsunuz. Bu meseleye bakış açınızı anlatabilir misiniz?
TB: Her kampanya için temel soru şudur: Neyi başarmaya çalışıyorsunuz?
Birçok insan, yalnızca bilgi vermemiz gerektiğini düşünüyor ve yanılıyorlar. ‘Eğer daha fazla insan petrol sızıntılarının etkilerini ve ne kadar sık yaşandıklarını bilirse, değişim gelir,’ gibi bir düşünce bu.
Temel bilgilere sahip olunması her zaman önemli fakat eğitim, toplumsal değişim getirmez. Değişimi yaratan güçtür.
Karar vericilerin değişim getirmeleri için, bu yönde motive edilmeleri gerekir. Ve onları motive eden şeyler de bellidir: para, oy, güç ve itibar gibi şeyler.
Deepwater Horizon, Küresel Kuzey’de görülüp duyulmuş en büyük petrol sızıntısıydı. Greenpeace’de birçok insan, BP karşıtı bir kampanya yürütmemiz ve BP üzerinde baskı oluşturmamız gerektiğini savunuyordu.
Benim bu görüşe katılmama nedenim ise şuydu: Hangi petrol şirketi daha iyiydi ki?Bu, kirli bir iş.
Küresel bir organizasyonun BP’yi boykot etmesi, herkesin Shell kullanmaya başlaması anlamına mı geliyor? Bunun dünyaya ne faydası olabilir ki?
Taleplerimizi veya hedeflerimizi her zaman sonuçlarına kadar takip etmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Benim düşündüğüm şey şuydu: Petrole olan bağımlılığımızı azaltmak için kimden, ne talep edebiliriz? Karar vericilerin, petrol yerine daha fazla yenilenebilir enerji kapasitesi yaratmalarını nasıl sağlayabiliriz? Bu gibi, daha uzun vadeli sorularla ilgileniyordum.
Şimdi geriye dönüp baktığımda, ‘tüm bunlar için 10 yıl erkendi,’ diye düşünüyordum. Dünya henüz bunları duymaya hazır değildi. Bu tartışmayı yapabilmek için gerekli temelleri henüz atmamıştık.
Bence başarısız olmamızın bir diğer nedeni de, çevre hareketinin bazen çok katı olabilmesi.
Mesela petrol sızıntısının olduğu dönemde, ‘petrol sızıntısı değil rüzgar türbini’ (‘windmills not oil spills’) diye bir kampanya başlatabileceğimizi düşünmüştüm. Hükümetten yenilenebilir enerjiyi sübvanse etmesini ve büyük petrol şirketlerini vergilendirmesini talep edebilirdik.
Üstelik bence toplum da petrol ve rüzgar enerjisi arasındaki zıtlığı netlikle algılayabilirdi: ‘Petrol kirli, onu istemiyorum. Öte yandan rüzgar temiz ve patlayıp insanları öldürmüyor.’
Fakat Greenpeace International’daki işimde çok yeniydim ve küresel kampanya kararlarını etkileyebilmem için çok erkendi.
Bazen, çevre koruma hareketinin en kötü yanının şu olduğunu düşünüyorum: Tüm zamanımızı ne istediğimizi düşünmeye harcıyoruz. Bunu belirlemek için o kadar zaman harcıyoruz ki, topluma hitap eden kampanyalar yaratıp karar vericilerin ne istediğimizi umursamalarını sağlayacak gücü inşa etmeye vaktimiz kalmıyor.
Milyonlarca dolar ve sayısız saat emek harcayıp raporlar üretiyoruz. Ancak güç inşa etmeye zaman ayırmadığımız için bu raporları kimse okumuyor.
Güç, basit kampanyalarla inşa edilir. İnsanların anlayabileceği, kolay mesajlar üretmek gerekir.
Bence kampanyacılar olarak işimiz, insanların anlamasını ve dahil olmasını sağlayabilecek yalınlıkta kampanyalar tasarlamak. Bir yere tıklayarak, bir dilekçe imzalayarak veya temsilcilerine mektup yazarak size katıldıklarında, güç inşa etmiş oluyorsunuz.
Deepwater Horizon sızıntısında bunu başaramadık
‘Paris Anlaşması’nda ‘petrol, doğalgaz, kömür ve fosil yakıt’ kelimelerinin bahsi dahi geçmiyor.’
KA3YY: Bu anlattıklarınızda dikkatimi çeken şeylerden biri, o dönemin petrolden çıkıştan söz etmek için 10 yıl erken olduğunu söylemeniz.
Şu anda yürüttüğünüz Fosil Yakıtların Yayılmasını Önleme Anlaşması İnisiyatifi’ni, 2019’da kazandığınız iki milyon dolarlık bir ödül sonucunda kurdunuz. Fakat bu da epey zor ve iddialı bir proje. Bu işe kalkışacağınızı söylediğinizde insanlar…
TB: Delirdiğimi düşündüler mi?
KA3YY: Evet.
TB: Kesinlikle. Çalışma arkadaşlarım, akademisyenler, yıllarca birlikte çalıştığım kampanyacılar. Hatta Greenpeace’e gidip işbirliği yapmak isterler mi diye sorduğumda onlar bile ‘delirmişsin, fosil yakıt anlaşması gibi bir şey olamaz, asla işe yaramaz,’ dediler.
Çok büyük ve çok iddialıydı, ‘üstelik zaten Paris Anlaşması var’dı.
Ancak başkalarına göre de asıl delilik, iklim politikaları ve müzakereleri 30 yıldır devam ederken hala fosil yakıt üretimine herhangi bir sınırlama getirmemiş olmamızdı.
‘Petrol, doğalgaz, kömür ve fosil yakıt’ kelimelerinin Paris Anlaşması’nda bahsi dahi geçmiyor.
Ulusal düzeydeki iklim politikalarımız ve uluslararası düzeydeki iklim anlaşmaları, tamamen emisyonları ve fosil yakıtlara yönelik talebi azaltmayı hedefliyor.
Teori şuydu: Eğer yeterince iklim politikası geliştirirsek, yenilenebilir enerji ucuzlayacak. Fosil yakıtlar çok pahalı olacak, kimse onları istemeyecek ve arz böylece sınırlandırılmış olacak.
Sorun ise şu: Teori, işlemiyor.
Şu ana kadar işe yaramadı. Sürekli daha fazla üretmeye devam ediyoruz ve bu da karbon kilitlenmesini artırıyor.
(KA3YY Notu: Karbon kilitlenmesinin önemli bir boyutu, fosil yakıtlar için yapılan altyapı yatırımları. Bu projelerin kar edebilmesi, uzun ömürlü olmalarına bağlı. Dolayısıyla bir kez inşa edilmeleri, ülkelerin daha uzun yıllar fosil yakıt kıskacından çıkamamasına veya pahalı yatırımların atıl kalmasına neden oluyor. Detaylar için şu rapora başvurabilirsiniz).
Bu sene Pakistan’ın üçte biri sular altındaydı. 33 milyon insan yerinden edildi. Şu anda Afrika Boynuzu’nda iklim değişikliğine bağlı kuraklık nedeniyle her 36 saniyede bir insan hayatını kaybediyor.
İklim değişikliği burada. Dünyanın her yerinde yaşanıyor. Büyük, cesur şeyler yapmamızı gerektiriyor.
Fosil Yakıtların Yayılmasını Önleme Anlaşması’nı sağlam bir temele oturtabilmek için ilk yaptığımız şey, kavramı kısaca kaleme almak ve ne düşündüklerini öğrenmek için akademisyenlerle ve bilim insanlarıyla görüşmeye başlamak oldu.
İlk yılın sonunda, henüz kamuoyuna dahi açılmadan önce, yaklaşık 2000 akademisyenin ve bilim insanının desteğini almıştık.
İki sene önce İklim Haftası’nda projeyi kamuoyuyla paylaştık. Dört ay içinde, Dalai Lama da dahil olmak üzere, Nobel ödüllü 101 kişi, Anlaşma’ya imza verdi.
Nobel ödüllülerden, bilim insanlarından ve akademisyenlerden destek aldıktan sonra işler oldukça hızlı ilerlemeye başladı. Öyle sanıyorum ki birçoğumuz, bir şeyin parçası olmak için güvendiğimiz insanlara bakıyoruz.
Bu fikirden yola çıkarak, kampanya için birçok farklı gruptan destek almaya çalıştık. Şimdi binin üzerinde dini lider ve organizasyondan, sağlık gruplarından, yerlilerden, hatta Vatikan kardinallerinden destek almış durumdayız. Dünya Sağlık Örgütü de İnisiyatif’i destekleyenler arasında.
Tabii artık ülkeler de destek vermeye başladılar. İlk olarak Pasifik ada ülkeleri Vanuatu ve Tuvalu, Birleşmiş Milletler’e çağrıda bulunarak anlaşma müzakerelerine başlanmasını istediler. Bu sene COP27’de, Anlaşma’ya katılmayı ciddiyetle değerlendiren yirminin üzerinde ülkeyle görüştüm.
‘Bugün fosil yakıtlar, kitle imha silahıdır. Fakat onların da refahımızla yakın bir ilişkisi olduğunu düşünerek büyüdük. ‘Yaşasın! Petrol bulundu, şimdi herkes zengin olacak!’’
KA3YY: Burada tercih ettiğiniz analojiye de değinmek istiyorum. Model alabileceğiniz birçok uluslararası anlaşma varken, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’nı (Nuclear Non-Proliferation Treaty, kısaca NPT) tercih ettiniz ve fosil yakıtlarla kitle imha silahları arasında bir ilişki kurmuş oldunuz. Bunun nedenlerinden bahsedebilir misiniz?
TB: Nükleer silahların sınırlandırılmasının tarihini büyüleyici buluyorum. Şöyle ki, benim büyüdüğüm dönemde nükleer silah, güvenlik demekti. Soğuk Savaş’ın büyük tehlikelerinden bizi koruyacak olan şeydi.
Ardından, 1970 ve 80lerde toplumsal normun değişmesine tanıklık ettim. Nükleer silah stoklarını artırmak, hepimize yönelik bir tehdit olarak görülmeye başlandı.
Nükleer NPT de büyük ölçüde bu analizin bir sonucu olarak yaratıldı: Tüm gezegeni altı kez imha edebilecek kadar çok nükleer silah biriktirmiştik.
Dünya Ekonomik Forumu her sene küresel riskleri değerlendirdiği bir rapor yayımlar. Nükleer silahlar, insanlığa yönelik en büyük ve en olası tehlike olarak uzun süre listenin başındaydı. Yaklaşık beş sene önce, bu değişti.
Bugün Dünya Ekonomik Forumu raporlarına bakarsanız, insanlığa yönelik en büyük ve olası tehditlerin iklim değişikliği, su kıtlığı ve biyoçeşitliliğin azalması olduğunu görebilirsiniz.
Biraz daha derinleşelim: Bugün sağlığımıza ve güvenliğimize yönelik en büyük tehlike nedir? Fosil yakıtlar.
Yalnızca iklim değişikliği yüzünden de değil. Gerçi iklim değişikliğine neden olan şeylerin çoğu petrol, doğalgaz ve kömürden geliyor. Bunu biliyoruz. Fakat aynı zamanda, tüm dünyada erken ölümlerin en büyük sebebinin fosil yakıtlara bağlı hava kirliliği olduğunu da biliyoruz. Bugün her beş insandan biri, fosil yakıtlara bağlı hava kirliliği nedeniyle hayatını kaybediyor.
Bugün fosil yakıtlar, kitle imha silahıdır. Fakat onların da refahımızla yakın bir ilişkisi olduğunu düşünerek büyüdük. ‘Yaşasın! Petrol bulundu, şimdi herkes zengin olacak!’
Ne kadar petrol çıkarırsak, ulusumuzun o ölçüde zenginleşeceğine inandık. Fosil yakıtların yayılması, güvenlik anlamına geliyordu - böyle büyümüştük.
Bu iki durumun nasıl da benzediğini fark ettim: Bugün de yine, kitle imha silahları depoluyoruz. Asla kullanamayacağımızı bildiğimiz halde, ekonomik ve siyasi sermayemizi fosil yakıt biriktirmeye harcıyoruz. Oysa olur da hepsini yakıp kullanırsak, gezegenimizi kelimenin tam anlamıyla ateşe vermiş olacağız. Bilim bunu gösteriyor.
Birleşmiş Milletler, Üretim Açığı (Production Gap) isimli bir rapor yayımlar. Buradan biliyoruz ki şu an üretimde ve inşaat halinde olan fosil yakıtlar - petrol, doğalgaz ve kömür - dünyanın 2C’nin üzerinde ısınmasına yetecek miktarda.
Bunların haricinde çıkaracağımız her yeni fosil yakıt, gezegenimizi 2C’den de fazla ısıtacak. Oysa küresel hedefimiz 1.5C. Ve bugün, biz henüz 1.1C’deyken dahi, insanlar ölüyor.
Ölçeklenebilir yenilenebilir enerji teknolojisinin de geliştiği düşünülürse, neden zamanımızı ve paramızı daha fazla fosil yakıt çıkarmaya harcayalım ki?
Yani analojinin kaynağı buydu.
Ama bir şey daha var. Nükleer NPT, üç ana sütun etrafında tasarlanmıştır: (i) yayılmanın ve stoklamanın önlenmesi, (ii) eşitlik ve adalet ilkeleri ışığında, küresel işbirliğine dayanan azaltım, (iii) nükleer silahlara ihtiyaç duymamızı önleyecek çözümlerin hızlandırılması.
Bu üç sütun, fosil yakıtlar söz konusu olduğunda da gayet işlevsel.
Yayılmanın durdurulması: Yeni projelere geçit verilmeyecek. Bu konuda bir anlaşmaya ihtiyacımız olacak çünkü her ülke, son petrol varilini kendi satmak istiyor.
Kanada yeni petrol kuyuları kazıyor ve ‘Nasılsa Norveç yapıyor, ben de yapabilirim,’ diyor. Nihayetinde kazanan kimse olmayacak. Yayılmanın durdurulması için uluslararası işbirliğine ihtiyacımız olacak.Fosil yakıt üretimini, bilimsel veriler ışığında azaltmalıyız. Fakat bu adil ve insaflı yapılmalı. Kimlerin üretmesine müsaade edilecek? Hangi fosil yakıtlar, ne miktarda üretilebilecek? Şu anda bu, uluslararası düzeyde yönetilmiyor.
Ve son olarak: Bazı çözümleri hızlandırabilir miyiz? Şu anda fosil yakıtlara giden sübvansiyonları nasıl durduracağız?
Hükümetler, büyük petrol ve doğalgaz şirketlerine her dakika 11 milyon dolar teşvik veriyorlar. Bu parayı alıp, örneğin, borç affı için kullanabilir miyiz? Böylelikle Küresel Güney’deki ülkeler, yalnızca borçlarını ödeyebilmek için petrol çıkarmak zorunda kalmazlar ve elektrikleşme için gerekli altyapı çözümlerini geliştirmeye başlarlar.
Fosil Yakıt Anlaşması kapsamında üzerinde durduğumuz çözümler, ana hatlarıyla bunlar.
‘Bir anlaşmanın etkili olabilmesi için, illa büyük üreticilerin imza atması gerekmiyor. Anlaşmaya giden yol da önemli.’
KA3YY: Bu anlaşmanın pratikte nasıl görüneceğinden de biraz bahsedelim mi? Okuduğum kadarıyla, müzakere sürecinde esneklik olabilmesi için şu an hazırlanmış bir metin yok. Şu aşamada esas amacınızın, toplumsal normları değiştirmek olduğunu söyleyebilir miyiz?
Bir de internet sitenizde, yola öncü devletlerle çıkacağınızı söylüyorsunuz. Bir noktada büyük petrol üreticilerinin de size katılacağını düşünüyor musunuz?
TB: Başlangıçta değil, ama tabii ki geleceğe dair umutluyum.
İklim çağında, fosil yakıtların ve enerjinin jeopolitiğine dair tüm yanıtlara sahip olduğunu iddia eden kim varsa, bilin ki yalan söylüyor.
Kimsenin Rusya’nın Ukrayna’da çıkardığı savaşı öngördüğünü zannetmiyorum. Kuzey Akım 2’ye saldırılacağını da kimse tahmin etmemiştir. Olayların nasıl gelişeceğini bilemiyoruz. Fakat iklim etkileri, Küresel Kuzey’de de giderek daha görünür olmaya başlayacak.
Geçtiğimiz yaz Kaliforniya’da olanlara bak örneğin. Yangınlar koca koca yerleşim yerlerini yutarken, kaçmaya çalışan insanların arabalarında hayatlarını kaybettiklerine tanık olduk. Tüm bunlara siyasetçiler ne yanıt verecek, bilmiyoruz.
Fakat kimyasal silahlar ve mayın yasağı gibi sözleşmelere baktığımızda, her ne kadar mevcut durumdan faydalanan büyük ülkeler katılmasa da, öncü devletlerin bir araya gelip müzakerelere başlamasının toplumsal normu şekillendirdiğini görüyoruz.
Bir anlaşmanın etkili olabilmesi için, illa büyük üreticilerin imza atması gerekmiyor. Anlaşmaya giden yol da önemli. Fosil yakıt üretiminin sınırlandırılması için ikili ve çok taraflı işbirliği arttıkça, bunun piyasalara da, yatırımlara da, büyük üreticilere de etkileri olacak.
Fosil Yakıt Anlaşması’nın da hız kazandığını düşünüyorum. Önümüzdeki sene içinde 10 ila 20 ülkenin daha İnisiyatif’e katılacağına inanıyorum. COP28 bizim için kritik bir an olacak.
KA3YY: Bahsettiğiniz 10 ila 20 ülkenin İnisiyatif’e katılması, müzakere sürecinin de başlayacağı anlamına mı geliyor?
TB: Evet. O kadar çok sayıda ülke bir araya geldikten sonra Birleşmiş Milletler’in konuyu görmezden gelmesi çok zorlaşıyor. BM toplanmasa bile, ülkeler kendi aralarında toplanmaya başlayıp BM’ye öneriler getirebilirler.
Tarihten örneklere baktığımızda, genelde bir ülke böyle bir konuyu BM’e taşıdıktan sonra müzakerelerin başlaması iki-üç yıl kadar hızlı olabiliyor. Umalım ki yine öyle olsun.
‘Birleşik Krallık, Kanada ve ABD’nin yeni fosil yakıt projelerine izin vermeye devam etmesi, giderek daha da utanç verici oluyor.’
KA3YY: Anlaşma tartışılırken en çok dile getirilen itirazlardan biri de şu: Bir ülke fosil yakıt üretmeyeceğini taahhüt etse bile, başka bir ülke daha çok üreterek bu açığı kapatabilir. Bu eleştiri hakkında ne düşünüyorsunuz?
TB: Bu analizin birkaç şeyi görmezden geldiğini düşünüyorum.
İlki şu ki, talep azalıyor. Birkaç yıl içinde zirve yapıp sonra düşüşe geçmesi bekleniyor. Fosil yakıtlara talebin azaldığı bir dönemde, bir ülkenin yapmaktan vazgeçtiği üretimi başka bir ülke yapar mı? Emin değilim.
Bir diğer konu, yenilenebilir enerjinin artık fosil yakıtlardan daha ucuz olması. Bu nedenle yenilenebilir enerji yatırımlarında dramatik bir artış görüyoruz. Bloomberg NEF’in bir haberine göre, geçen sene yenilenebilir enerji teknolojilerine yapılan yatırımlar, tüm fosil yakıtlara yapılandan fazlaydı. Bu, dünya için önemli bir devrilme noktası.
İnsanların iddia ettiği kadar çok ‘sızıntı’ olmayacağını düşünmemin bir başka nedeni, dünyanın neresinde ne kadar üretim yapılabileceğinin, mevcut altyapıyla sınırlandırılmış olması. Rafineriler nerede? Ulaşım ağı nerede? Göz önünde bulundurulması gereken çok fazla unsur var; orada bir ışığı kapatıp burada bir başkasını açmak kadar basit değil.
Bazı ekonomistler, liderliğin önemini de dikkate almamız gerektiği konusunda uyarıyorlar. Danimarka ve Kosta Rika önderliğinde bir araya gelen ulusal ve ulus altı yönetimlerin kurduğu Petrol ve Doğalgazın Ötesi İttifakı (Beyond Oil and Gas Alliance), fosil yakıtların yayılmaması için taahhütte bulunuyor örneğin. Bunun, diğer ulusların politikalarını da etkileyeceğini düşünüyorum.
Birleşik Krallık, Kanada ve ABD’nin yeni fosil yakıt projelerine izin vermeye devam etmesi, giderek daha da utanç verici oluyor.
Bu gibi gelişmeler, liderleri etkileyecektir ancak ne şekilde olacağını kestirmek güç.
‘Şu anda Ekvador, Amazon’un kalbinde petrol arıyor ve başka şansı da yok: Yalnızca borçlarını ödeyebilmek için bile petrole ihtiyacı var. Bu nedenle borç affı, adil dönüşümün kritik bir unsuru.’
KA3YY: Fosil Yakıt Anlaşması’nın önerdiği gibi talebi değil arzı kısıtlamanın bir avantajı da enerji dönüşümünün, özellikle Küresel Güney’deki ülkeler için, adil olmasını sağlayabilmek. Bunu başarabilmek için ne gibi politikalar öngörüyorsunuz?
TB: Bugün ülkelere, adil dönüşümün yolunu bulmaları söyleniyor. Ancak ülkeler bu konuda büyük ölçüde yalnızlar. Güney Afrika’yla yapılan Adil Enerji Geçiş Ortaklığı (Just Energy Transition Partnership, kısaca JETP) gibi işbirlikleri var ancak şeffaf olmadığı gibi yönetimi de net değil.
Mesela Ekvador örneğine bakalım. Şu anda Amazon’un kalbinde petrol arıyor ve başka şansı da yok: Yalnızca borçlarını ödeyebilmek için bile petrole ihtiyacı var. Bu nedenle borç affı, adil dönüşümün kritik bir unsuru.
Esasen borç affı, örneğin pandemi gibi, çeşitli sebeplerle başvurabildiğimiz bir şey. Neden iklim için, karbon bütçemizi yerin altında tutabilmek için yapmayalım?
Bir diğer mesele de fosil yakıtlardan çıkışın bazı ülkeler için çok daha zorlu oluşu. Ekonomileri fosil yakıtlara dayalı ülkeleri nasıl destekleyebiliriz? Yeni fonlar oluşturabilir miyiz? Kayıp ve hasar fonundan ayrı olarak bir küresel adil dönüşüm fonu yaratabilir miyiz?
Çünkü bazı ülkelerin fosil yakıt üretimini azaltabilmeleri için, ekonomilerini çeşitlendirme konusunda destek almaları gerekiyor. Aksi halde toplumsal çöküşle karşı karşıya kalabilirler.
Biz de Fosil Yakıt Anlaşması İnisiyatifi’nde yalnızca bu fikre daha fazla toplumsal destek bulmak için uğraşmakla kalmıyoruz. Bu konuda öneriler geliştirmek üzere hukukçularla, diplomatlarla ve akademisyenlerle bir araya geliyoruz. Böylece gerçek müzakereler başladığında, her konu başlığı için faydalanılabilecek bir bilgi ve fikir dağarcığı geliştirilmiş olacak.
‘Putin’in savaşı, fosil yakıt sisteminin kırılganlığını ayyuka çıkardı. Sistemde önemli darboğazlar var ve bunların hem ekonomiler hem de halkın geçimi üzerinde yıkıcı etkileri olabiliyor.’
KA3YY: Son olarak Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini takiben yaşanan fosil yakıt krizine de kısaca değinmek istiyorum.
Birçok çelişkili gelişmeyi eş zamanlı yaşıyoruz: Bazı ülkeler yeni petrol ve doğalgaz arama çalışmalarına izin veriyor, yeni fosil yakıt altyapısına para harcanıyor, öte yandan enerji verimliliğini artırmak için ciddi çalışmalar var ve yenilenebilir enerjiye geçiş de hız kazandı.
Tüm bu gelişmeleri bir arada düşündüğünüzde mevcut kriz, orta vadede bizi geride mi tutacaktır yoksa yeşil dönüşümü hızlandıracak mıdır?
TB: Putin’in savaşı, fosil yakıt sisteminin kırılganlığını ayyuka çıkardı. Sistemde önemli darboğazlar var ve bunların hem ekonomiler hem de halkın geçimi üzerinde yıkıcı etkileri olabiliyor - bu kış Avrupa’da göreceğimiz gibi.
Bu kırılganlık görünür hale geldi ve şu anlaşılmaya başlandı: ısı pompası programları hızlandırılmış olsaydı, insanlar bu kış hem güvende ve sıcak olacak hem de daha az para harcayacaklardı. Buna karşı ne söylenebilir ki? Nitekim savaştan bu yana ısı pompası taktıranları sayısı büyük hızla arttı. İnsanlar, bunun iyi bir çözüm olduğunu görüyorlar.
Kısa vadede ise bu kışı atlatmak için Almanya ve başka ülkelerde kömürlü termik santrallerin yeniden devreye sokulacağını göreceğiz. Ancak bunun tanımlı bir süre için olacağını ve santrallerin en geç 2024’te yeniden devreden çıkarılacağını açıkladılar.
Aynı zamanda bazı AB ülkeleri, ki Almanya da bunlardan biri, yenilenebilir enerjiye geçişi hızlandırdı. Hem emisyon azaltım hedeflerini hem de yenilenebilir enerji hedeflerini yükselttiler. Dolayısıyla Avrupa’da uzun vadeli sonuçların olumlu olacağı kanaatindeyim.
Ancak maalesef enerji güvenliği meselelerinin ve enerji fiyat şoklarının, fosil yakıt endüstrisini güçlendirdiğini ve yayılmaya devam etmelerine de olanak sağladığını düşünüyorum. Bu ABD’de ve Küresel Güney’de, özellikle Afrika ülkelerinde, böyle.
Fosil yakıt endüstrisi dur durak bilmiyor. Reklam kampanyalarına milyonlarca dolar akıtıp enerji yoksulluğuna ve enerji güvenliğine çare olduklarını, yalnızca daha fazla inşa etmelerine müsaade etmemiz gerektiğini iddia ediyorlar. Bu bir yalan.
Fosil yakıt endüstrisinin enerji güvenliği sağlamak için 200 yılı vardı. Oysa bugün Afrika’da hala 600 milyon insan elektriksiz yaşıyor.
Afrikalılara enerji sağlamayacaklar; ürettikleri enerjiyi, Afrika dışına ihraç edecekler. Eğer önerileri kabul görürse, Afrika’yı dünyanın benzin istasyonuna çevirecekler. Tabii kazançları da Afrika kıtasında kalmayacak.
Birçok insan bunun farkına varmış durumda. Afrika boyunca birçok sivil toplum örgütünün desteklediği bir kampanya var, ismi ‘Don’t Gas Africa’ (Afrika’yı Gazlama). Bu direnişe rağmen yeni LNG (Sıvılaştırılmış Doğalgaz) tesislerinin ve yeni boru hatlarının onaylandığını görüyoruz.
İnsanlar korkuyor. Fosil yakıt endüstrisi de, savaştan faydalanarak, enerji güvenliği konusundaki endişeleri körüklüyor.
Sonuçta küresel olarak yenilenebilir enerjiye geçiş artacak mı yoksa daha fazla fosil yakıt altyapısının kilitlendiğine mi tanık olacağız, emin değilim. Bunun ortaya çıkması için önümüzde 6-12 ayın kritik olacağını düşünüyorum.
‘O eski sözü hep hatırlıyorum: çaresizliğin ilacı eylemdir. Buna gerçekten inanıyorum. Umudun, içimizde oluşuveren bir şey olduğunu düşünmüyorum. Bence o, her gün eylemlerimizle yarattığımız bir şey.’
KA3YY: Söyleşiyi tamamlarken kitabınızın sonundaki hikayeden kısaca bahsetmek istiyorum.
Kitabı oldukça umutlu bir tonda bitiriyorsunuz, o dönemde 93 yaşında olan büyükannenizle bir sohbetinizden bahsediyorsunuz. Ona iklim değişikliğiyle ilgili çaresizliğinizi anlattığınızda, oldukça hatırda kalıcı bir yanıt veriyor. Hayatı boyunca gördüğü, gerçekleşeceğini hayal bile edemeyeceği değişimleri anlatıyor. Arabalardan bilgisayarlara, akıllı telefonlardan elektriğe kadar. Ve size şöyle diyor:
‘Dünyanın, ömrün süresince tamamen değişebileceği gerçeğine tutunmalısın.’
Buradan yola çıkarak size şunu sormak isterim: Dünyanın ne şekilde değişeceğini hayal ediyorsunuz ve bizler, bu söyleşiyi okuyanlar, bu hayalin gerçek olması için neler yapabiliriz?
TB: Gerçek şu ki dünya, iki sene önce bile mümkün olduğunu düşündüğümden daha hızlı değişiyor. Geçtiğimiz iki yılda, temiz ve güvenli enerji sistemleri, enerji depolama ve yenilenebilir enerji teknolojilerinde gördüğüm gelişmeler, son 20 yıldan gördüklerimden daha fazla.
Tarih boyunca böyle devrilme noktaları olmuştur. Bugün bizler, sanayi toplumunu yeniden hayal ediyoruz. Nasıl yaşadığımız, nasıl çalıştığımız, evlerimizi nasıl ısıttığımız, nasıl seyahat ettiğimiz - bu aslında oldukça heyecan verici. Sanırım herkesi bu sürecin bir parçası olmaları için yüreklendirmek isterdim.
Tarihin bu kritik anında pasif bir izleyici olarak kalmayın. Değişim mutlaka gelecek. Ya planlı, iyi yönetilen, toplumu destekleyen bir dönüşüm olacak ya da yükseliş ve düşüş döngüsü ekonomileri gibi plansızca yaşanacak ve çok sayıda insanın acı çekmesine neden olacak.
Aynı zamanda tabii ki fossilfueltreaty.org'dan bize katılmalarını da isterim.
Herkesi, kendi kampanyalarını yürütme konusunda cesaretlendirmeye çalışıyoruz - bunu tamamen kendinize ait hale getirebilirsiniz. Biz gerekli bütün bilgileri sağlıyoruz.
Dilerseniz kent konseyinize veya ulusal hükümetinize gidebilirsiniz. Yalnızca aile ve arkadaşlarınızın imzalamasını da sağlayabilirsiniz. Başka birinin çıkıp size ne yapacağınızı söylemesini beklemeyin. İlginizi çeken kampanyalara veya güvendiğiniz organizasyonlara katılın çünkü gerçekten belirleyici bir dönemden geçiyoruz. Bu, uygarlık tarihimizin en önemli anlarından biri. Hem heyecanlı hem de gerçekten ruhunuzu besleyebilecek bir iş.
Aktivizm zor bir iş ve epey can sıkıcı olabiliyor. Fakat o eski sözü hep hatırlıyorum: çaresizliğin ilacı eylemdir. Buna gerçekten inanıyorum. Umudun, içimizde oluşuveren bir şey olduğunu düşünmüyorum. Bence o, her gün eylemlerimizle yarattığımız bir şey.
Kısık Ateşte Üç Yüzyıl’ı okuduğunuz için çok teşekkür ederiz!
Röportajla ilgili soru ve yorumlarınızı bekliyoruz.
İklim krizini önemsiyor, meselenin çözüm odaklı ele alınmasını gerekli buluyoruz. Daha çok kişiye ulaşabilmemiz için bu söyleşiyi paylaşabilirseniz çok mutlu oluruz.
Bu söyleşinin sizlere ulaşmasını sağlayan Friedrich-Ebert-Stiftung’a desteği için teşekkür ederiz.
İki hafta sonra görüşmek dileğiyle, hoşçakalın!